Posts Tagged ‘Genel Sağlık Sorunları’

Nasır Nasıl Tedavi Edilir ?

21 Şub 2009

Nasır Nasıl Tedavi Edilir ?

Nasır genel olarak aslında ilaçlarla tedavi edilir.Salistilik asit içeren veya değişik asitler içeren flasterler yada solisyonlar kullanılır.Biz genellikle bunları öneriyoruz ama çok ağrılı bir durum söz konusuysa nasırda o zaman cerrahi yöntemlerde uygulayabiliriz.Ayrıca nasırda mutlaka nedeni ortadan kaldırmak gereklidir.Çünkü daha çok dar ayakkabı giyenlerde ayakkabının vurması sonucu veya yüksek topuklu ayakkabı giyenlerde ayağın basınç görmesi sonucu ortaya çıkar yada kemik yapısından kaynaklanan çıkıntılı kemiklerin üzerinde yine bu kemiğin baskısından dolayı nasır ortaya çıkabilmektedir yada mesleki eğitimlerde ellerinde ortaya çıkabilmektedir.Mesela tarımla uğraşanlarda , sürekli çamaşır yıkayanlarda veya tik sonucu ellerinin üzerini ve tırnaklarını yiyenlerde bu bölgelerde kalınlaşma ortaya çıkabilmektedir.

Mutlaka öncelikle nedeni ortadan kaldıracağız uygun ayakkabılar giyeceğiz tikimiz varsa onlardan kurtulacağız.yada mesleğimiz bununla ilgiliyse dikkat edeceğiz.Onun dışında da salistilik asit içeren solisyonlar veya flasterler kullanacağız.Birde nasırlı olan bölgeleri nasır törpüsüyle törpülemek.Sık sık ılık su banyolarıyla yumuşatmak da faydalı olacaktır.

Yaralanmalar , yara bakımı , sargı türleri

19 Şub 2009

Yaralanmalar , yara bakımı , sargı türleri

Yaralanmalarda öncelikle:
-Dezenfektan (mikrop öldürücü) maddenin yaranın içine girmesi engellenmelidir.
-Toz ya da pomat gibi maddeler kullanılmamalıdır.
-Kullanılan sargı fazla sıkılmamalıdır.
Yaralanma terimi, demin, bazen derialtının hatta daha derindeki dokuların bütünlüğünün bozulması için kullanılır.

Basit yaralanmalar:
Şiddetli kanamalara neden olmayan, yaşamsal önemi olan organlrın zedelenmediği ve fazla yaygın olmayan yaralanmalardır.

Ağır yaralanmalar
Yara derindeki dokuları da içine alıyorsa ve bölgedeki yapıların bütünlüğü bozulmuşsa; genişçe bir alana yayılmışsa ve aynı bölgede birden çok yara varsa; şiddetli kanamalara neden oluyorsa; derindeki yapılar açığa çıkmışsa ya da yara bölgesinde yabancı cisimler kalmışsa, ağır yaralanmadan söz edilir. Ağır yaralarımalara yaklaşım ve tedavi yöntemleri ile şiddetli kanamaların tedavisi farklıdır.

Yapılması Gerekenler;
Dikkatsizlik, acelecilik ve yorgunluk gibi nedenlerle yalnızca çocuklar değil, erişkinler de evde ve evin dışında küçük kazalara uğrayabilmektedir. Bir bıçak ya da kırık bir cam parçasıyla yaralanma sonucunda oluşan ve çok kanamaya neden olan bir kesik, duvar ya da demir. törpüsü gibi pürtüklü bir yüzeye sürtünme sonucunda ortaya çıkan bir sıyrık ya da çekiç ve çivi kullanırken ortaya çıkan yaralanmalar karşısında ne yapılmalıdır’? Böyle bir durumda her şeyden önce sakin olmak, tartışmaya girmeden yaralanan kişiyi bir an önce aydınlık bir yere oturtmak gerekir.
Bundan sonra, acil girişimde bulunacak kişinin aşağıdaki temel noktaları göz önüne alması gerekir:

  1. Girişimi yapacak kişi ellerini su. ve sabunla iyice yıkamalı ve temiz bir havluyla kuruladıktan sonra alkolden geçirerek havada kurutmalıdır.
  2. Yara kollardaysa yaralının parmaklanndaki yüzükler ve kollaıındaki bilezikler çıkarılmalıdır. Böylece yaralanma bölgesinde ödem oluşursa bölgedeki kan dolaşımı engellenmemiş olur.
  3. Yaranın çevresindeki bölge saf suyla (gerekirse su ve sabunla) yıkan-malı, yara bölgesine dokunulmamalıdır.
  4. Yaranın çevresi dezenfektan (mikrop öldürücü) maddeye batınlmış bir parça pamukla silinmelidir.
  5. Yaranın çevresi silinirken dezenfektan maddenin doğrudan yaraya değmemesine dikkat edilmelidir. Dezenfektan madde derinin bütünlüğünün bozulduğu yara bölgesindeki hücrelere zarar verebilir.
  6. Yaranın üstüne pomat ya da toz ve pudra halindeki ilaçlar sürülmemelidir.
  7. Yara bölgesini steril gazlı bezlerle koruyun.
  8. Bölgeyi bir sargı bezi ile çok sıkmadan, yaranın her yanını hafifçe ve aynı ölçüde saracak biçimde sann. (Sargı bezinin tek işlevi yara bölgesine sürülen ilacın yerinde kalmasını sağlamaktır.)
  9. Yara bölgesinde yabancı cisim (örneğin cam parçaları) varsa sargı yapılmamalı, bölgeyi korumak için üzerine bol miktarda birkaç kez katlanmış steril gazlı bez ya da temiz mendil konmalıdır. Bu sırada yaraya baskı uygulamanın yabancı cisimlerin daha da derine gitmesine yol açabileceği unutulmamalıdır.
  10. Yara bölgesinde yabancı cisim varsa ya da yara paslı ya da kirli bir cisimle oluştııysa kazazede mutlaka bir ilkyardım merkezine ulaştınlmalıdır.

Burun Kanaması

15 Şub 2009

BURUN KANAMASINA DİKKAT !

Burun kanamaları çoğunlukla can sıkıcıdır. Ancak bazen korkutucu ve yaşamı tehdit edici boyuttadır. Uzmanlar burun kanamalarını iki gruba ayırmaktadırlar.

1. Ön burun kanamaları burun ön kısmından gelen kanamalardır. Ayakta duran yada oturan kişide burun deliğinden akan kanama şeklinde kendini gösterir.
2. Arka kanama: Burun arkasından olan kanamadır. Kanama genize doğrudur. Otururken veya ayakta dururken bile kanama boğaza doğru olur. Hasta sırt üstü yattığında ön kanama bile olsa her iki yönde kanama olabilecektir.

Arka burun kanamalarının tanınması oldukça önemlidir. Bu kanama tipi bir uzmanın takibini gerektirmektedir. Arka kanamalar çoğunlukla yaşlı kişilerde görülür. Bu hasta grubu genellikle yüksek kan basıncı (tansiyon) olan kişiler yada travma geçirmiş kişilerdir. Burun kanamaları çocuk yaş grubunda genellikle ön kanama tipinde olmaktadır. Kuru hava veya kış aylarında görülen kabuklanmalar kanamaya neden olmaktadır. Bundan korunmak için nemlendirici bir kremi burun orta bölmesine parmak ucu ile sürmek faydalı olacaktır.

Bu amaçla vaselin gibi kremler kullanılabilir. Günde üç defa kullanılması önerilir. Ancak gece yatmadan önce sürülmesi yeterlidir.

Burun kanaması sık tekrarlıyorsa doktorunuza görünmenin faydası vardır.

ÖN KANAMALARIN DURDURULMASI

Siz yada çocuğunuzda ön burun kanaması varsa şunları uygulayınız:

1. Burunun ucundaki yumuşak kısmını başparmağınızla diğer iki parmağınız arasına alınız.
2. Burunu parmakla sıkıştırılmış olarak yüzünüze doğru bastırın.
3. Beş dakika böyle bekleyiniz. (Saat tutunuz.)
4. Başınızı kalbinizden daha yüksek tutmaya dikkat ediniz. Bu nedenle oturmanız yada başınız daha yukarda uzanmanınız önerilir.
5. Burun ve yanağınıza buz tatbik ediniz. (Bir plastik torba içine buz doldurarak. )

KANAMA DURDUKTAN SONRA YENİDEN KANAMAYI ÖNLEMEK

1. Sümkürmemeye dikkat ediniz.
2. Yerden ağır bir şey kaldırmak yada buna benzer zorlayıcı hareketler yapmayınız.
3. Başınızı mutlaka göğsünüzden daha yukarda tutmaya çalışınız.

TEKRAR KANAMA OLURSA

1. Burun içindeki tüm pıhtıları sümkürerek temizleyiniz.
2. 3, 4 defa her iki burun deliğine dekonjestan burun spreyi sıkınız.
3. Tekrar en baştaki 1. ve 3. basamaktaki gibi buruna baskı yaparak sıkınız.
4. Doktorunuzu arayınız.

Hazırlayan : Türk KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Vakfı
Kaynak : http://saglik.tr.net/genel_saglik_burun_kanamalari.shtml

Araç Tutması , Deniz Tutması ve Baş Dönmesi

15 Şub 2009

Hareket Hastalığı Nedir ? (Vertigo)

Bazı insanlar denge problemlerini baş dönmesi olarak nitelendirirler. Çevrenin dönmediği bu denge bozukluğu bazen iç kulağa bağlı bir problemden dolayı ortaya çıkar. Bazı insanlar ise denge sağlamaktaki zorluklarını vertigo kelimesiyle açıklarlar. Bu kelime Latince “dönmek” fiilinden gelmektedir. Bu hastalar sıklıkla kendilerinin veya çevrenin döndüğünü söylerler. Vertigo çoğunlukla iç kulak probleminden kaynaklanır.

Deniz Tutması ve Hareket Hastlığı Nedir ?
Bazı insanlar uçağa bindiklerinde veya arabada bulantı hissederler, hatta bazen kusarlar. Bu duruma taşıt tutması denilir. Bir çok insan bu rahatsızlığı gemiye bindiği zaman çeker bu yüzden aynı olay olmasına rağmen buna deniz tutması denir. Deniz tutması sadece ufak bir rahatsızlıktır. Bunun dışında herhangi bir tıbbi bozukluğun ifadesi değildir. Ancak bazen yolcular bu rahatsızlıktan dolayı çok kısıtlanabilirler. Çok az bir kısmında da bu rahatsızlık yolculuk bitse dahi birkaç gün daha sürmektedir.

Araç (Taşıt) Tutması
Taşıt tutmasının bulguları ve baş dönmesi, merkezi sinir sistemine diğer dört sistemden birbirine zıt mesajlar geldiğinde ortaya çıkmaktadır. Örnek olarak fırtınalı bir günde uçağa bindiğinizi düşünün ve uçağınız hava akımlarından dolayı sallanmaktadır. Fakat gözleriniz bu hareketi algılamamaktadır. Çünkü bütün gördüğünüz uçağın içidir. Bunun sonucunda beyniniz birbiriyle uyuşmayan mesajlar almaktadır. Sizi bundan dolayı uçak tutabilir. Veya bir arabanın arka koltuğunda oturmuş kitap okuduğunuzu düşünün. İç kulağınız ve deri reseptörleriniz yolculuğun hareketini algılayacaktır. Ancak gözleriniz sadece kitabı görecektir. Bu nedenle sizi taşıt tutabilir. Gerçek bir tıbbi örnek vermek gerekirse bir darbeden dolayı yalnızca bir taraftaki iç kulağınızın hasarlandığını düşünün. Hasarlı iç kulak normal iç kulakla aynı mesajları göndermez. Bu beyine dönme eylemiyle ilgili yanlış bilgi verir. Kişi vertigodan veya dönüyormuş hissinden şikayetçi olabilir. Bazen bulantı da görülür.

Araç Tutmasına Karşı Alınacak Önlemler

  1. Her zaman vücudunuzun hareketinin iç kulağınız ve gözleriniz tarafından aynı şekilde algılanabileceği bir yerde oturun. Örnek olarak arabanın ön tarafında oturup uzak manzaralara bakabilirsiniz veya geminin güvertesi ne çıkıp ufku izleyebilirsiniz yada uçakta cam kenarında oturup dışarıyı seyredebilirsiniz. Uçak yolculukların da hareketin en az olduğu kanat üstüne denk gelen koltukları tercih edin.
  2. Eğer araba sizi tutuyorsa kitap okumayın yada zıt yöndeki koltuklara oturmayın.
  3. Araç tutması olan bir başka yolcuyla konuşmayın veya onu izlemeyin.
  4. Yolculuktan hemen önce yada yolculuk sırasında keskin kokulardan, baharatlı ve yağlı yiyeceklerden uzak durun. Araştırmalar halk arasında yaygın olarak kullanılan formüllerin etkinliğini bilimsel olarak kanıtlayamamıştır.
  5. Doktorunuz tarafından tavsiye edilen ilaçlardan birini yolculuğunuzdan önce alın. Bu ilaçlardan bazıları reçetesiz olarak da satın alınabilir. Sakinleştirici veya sinir sistemini etkileyen ilaçlar için doktorunuzun reçetesi gerekir. Bazıları hap veya fitil şeklindedir bazıları ise (scopolamine) kulak arkasına yapıştırılabilen bantlar şeklindedir.

Not: Baş dönmesi ve araç tutması olaylarının büyük çoğunluğu hafiftir ve kişi bunu kendi kendine tedavi edebilir.

Baş Dönmesini Azaltmak

  1. Ani pozisyon değişikliklerinden kaçının. Örnek olarak yatar durumdan aniden ayağa kalkmayın veya bir taraftan diğerine ani olarak dönmeyin.
  2. Aşırı kafa hareketlerinden (özellikle yukarı bakmak) veya hızlı baş hareketlerinden kaçının.
  3. Dolaşımı bozacak (nikotin, kafein ve tuz) ürünlerinin kullanımını azaltın.
  4. Baş dönmenize neden olan stresden, sinirlilikden uzak durun ve allerjiniz olan maddelere maruz kalmamaya çalışın.
  5. Baş dönmeniz olduğunda araba kullanmak tehlikeli alet kullanmak veya merdiven tırmanmak gibi zarar verebilecek aktivitelerden uzak durun.

Hazırlayan: Türk KBB ve Baş Boyun Cerrahisi Vakfı

Kıl Dönmesi Nedir ? Belirtiler Nelerdir – Nasıl Oluşur ?

15 Şub 2009

Kıl Dönmesi Nedir ?(Plonidal Sinüs)

Kıl dönmesi anlam olarak derinin dermis tabakasında oluşan kılın ilerlediği yolu şaşırarak ciltten çıkamayıp cilt altında uzaması halidir.Bu tarz kıl dönmesi kılın olduğu ve kökünden çekildiği vücudun her bölgesinde görülebilir.Bu tür kıl dönmesi daha çok batık veya kıl batması olarak tarif edilir.

Genellikle 15-25 yaş grubunda gürülür daha kıllı olmaları sebebiyle erkeklerde 10 kat daha sık görülür.Toplumda görülme sıklığı % 1 kadardır.30 yaşından sonra kuyruk sokumu bölgesinin cildi kalınlaştığı için hastalık başlamaz,bu yaşta görülen vakalarda problemin daha önceden var olduğu ama tedavinin ertenlediği düşünülür.

Kıl Dönmesi Nasıl Olur ?
Kıl dönmesi hastalığının nasıl olduğu hakkında tüm tıbbi kurulların onayladığı son bilimsel görüşe göre; baş,ense ve sırttan dökülen kılların kalçanın arasına sıkışıp yürürken oluşan sürtünme hareketiyle matkap ucu gibi cildi delerek cilt altına girip orada yumak oluşturmasıdır.Yapılan incelemede bölgeden çıkan kılların o bölgeye ait olmadığı ve daha yukarıdan döküldüğünü göstermiştir.Kalça yapısı sebebiyle kilolu insanlarda daha sık görülür.

Kıl Dönmesinin Belirtileri
Genellikle önemli bir belirti vermediğinden hastalarda uzun süre tedavilerini ertelerler.İlk oluştuğu dönemde doku içine giren kılların az olması sebebiyle 1-2 cm lik hafif ağrılı bir şişlik şeklindedir.Dikkatli bakıldığında kuyruk sokumu cildinde orta hatta  bir veya birkaç yerde kılların girdiği delikler görünür.Sert oturma gibi travma sonucu kılları vücuttan ayıran kapsülün zedelenmesi halinde hafif bir akıntı şikayeti olur ve uzun zaman devam edebilir ancak enfeksiyon oluşup apse gelişirse tablo tamamen değişir.Artık ciddi ağrı,ateş,titreme gibi bulgular eklenmiştir ve acil müdahale gerekir.

Diyabet nedir? Neyden Meydana Gelir?

15 Şub 2009

Diyabet nedir? Neyden Meydana Gelir?

Diyabet, başta karbonhidratlar olmak üzere protein ve yağ metabolizmasını ilgilendiren bir metabolizma hastalığıdır ve kendisini kan şekerinin sürekli yüksek olması ile gösterir. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glükozun (şekerin) hücrelerin içine girememesidir. Normal koşullarda besinlerden elde edilen veya karaciğerdeki depolardan kana salınan glükoz pankreas tarafından salgılanan İNSÜLİN hormonunun yardımıyla hücre içine girer ve orada yakılarak enerjiye dönüşür. Hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine izin verilen kapılar vardır. Bu kapılar normalde kilitlidirler ve uygun anahtar varlığında açılırlar. Diyabet, hücrelerin üzerindeki glükoz kapısının açılamaması durumudur. Bu örnekten ilerlersek diyabet, anahtar işlevi gören İNSÜLİN hormonu yetersizliğine ve/veya insülinin etkilediği reseptörlerin (hücre kapısındaki kilidin) bozukluğuna bağlı gelişmektedir.

Kaç çeşit diyabet vardır?
Bu yüzden şeker hastalığı davalarında büyük çoğunluğu Tip 1 ve Tip 2 diyabet türleri vardır.

Tip 1 Diyabet

Daha çok çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür. Tip 1 diyabet, pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç (vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini tanıyamaması) sonunda zedelenmesi ile meydana gelmektedir. Mutlak veya görece bir insülin yetersizliği olduğundan hastalar ömür boyu insülin hormonunu dışarıdan (enjeksiyon yoluyla) almak zorundadırlar. Bu nedenle Tip 1 diyabet İnsüline Bağımlı Diyabet (Insulin Dependent Diabetes Mellitus=IDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının %10’unu Tip 1 Diyabet vakaları oluşturmaktadır. Çocukluk çağında Tip 1 diyabet sıklığı ülkeler (bölgeler) arasında farklılık göstermekte ve her yıl 15 yaş altındaki 100.000 çocuktan 1-42’sinde diyabet gelişmektedir. Tip 1 diyabet genel olarak kuzey ülkelerinde daha sık görülmektedir.

Tip 2 Diyabet

Sıklıkla erişkinlerde ve şişman (obes) kişilerde görülmektedir. Tip 2 diyabetli hastalarda insülin salgılanmasındaki yetersizlikten çok dokulardaki insülin reseptörlerindeki direnç (rezistans) sonucunda glükoz metabolizması bozulmaktadır. Tip 2 diyabetin kuvvetli bir genetik yatkınlık zemininde geliştiği bilinmekle birlikte, genetik mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamıştır. Tip 2 diyabetliler hastalıklarının başlangıcında ve sıklıkla çok uzun bir süre insülin ihtiyacı olmaksızın yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bu nedenle Tip 2 diyabet İnsüline Bağımlı Olmayan Diyabet (Non-Insulin-Dependent Diabetes Mellitus= NIDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak erişkin nüfusta %4-8 oranında Tip 2 diyabet görülmektedir.

Diyabet nasıl anlaşılır ?

Şeker hastalığı klinik bulguları için karbonhidrat, protein ve yağ metabolizması vücudun yolsuzluk bağlı. İnsülin eksikliği ve / veya insülin direnci, glikoz serumu belirli bir düzeyde nedeniyle () idrarla 180mg/dl zaman aşamaz başlar atılır hücreleri giremezsiniz. Bu atılım böbrekler çarptı bu glikoz ile artırır sıvılar ve ÇOK VE HIZLI İÇİN İDRAR bir sonucu olarak (POLİÜRİ) olur. Vücut, bu sıvı kaybı ile görüşmeyi poliüri su ve bu ÇOK polidipsi isimli olmasıdır. Organizmalar, bir taraftan glükozu yedek enerji yağ ve protein saklanan diğer iştah artar bir enerji kaynağı olarak kullanmak değil, ve sonuç olarak, iştahın artması Daraltmak başladı, ama Kilo kaybı olduğunu.

Gizli şeker nedir?
Halk arasında gizli şeker olarak isimlendirilen durum, normal glükoz dengesi ile diyabet arasındaki metabolik durumu ifade etmektedir. Normalde açlık plazma şekerinin 110 mg/dl olması gerekmektedir. İşte açlık plazma şekerinin 110 mg/dl’nin üzerinde fakat 140 mg/dl’nin altında (yeni kriterlere göre 126 mg/dl) olması bozuk glükoz toleransı olarak tanımlanmaktadır. Benzer şekilde şeker yükleme testi yapılan kişilerde 2. Saatdeki plazma glükoz düzeyininin 140 mg/dl’nin üzerinde fakat 200 mg/dl’nin altında olması da bozuk glükoz toleransı olarak isimlendirilmektedir. Bu durumdaki kişilerin gün boyu kan şekerleri normaldir ve diyabetin klasik bulguları görülmez. Bununla birlikte bu kişiler Tip 2 diyabet için en riskli grupta olduklarından yaşam biçimlerini yeniden düzenlemeleri gereklidir.

Sigaranın Neden Olduğu Hastalıklar

13 Şub 2009

Sigaranın Neden Olduğu Hastalıklar

Bağımlılık – Nikotin maddesinin bağımlılık yapıcı özelliği eroine çok benzer.

Sırt ve Bel Ağrısı – Sigara içmek, belle ilgili hastalıkların tedavisini engelleyen faktörlerden biridir. Bunun yanında normal insanlarda da zaman zaman şiddetli sırt ve bel ağrılarına yol açabilir. Bunun nedeni, sigara içen kişilerde vücudun, omurilikteki disklere çok zayıf miktarda oksijen göndermesidir.

İlaca Karşı Bağışıklık- Sigara içenler belli bir ilacın etkili olması için çok daha büyük dozlarda o ilacı kullanmak zorunda kalır.

Kısırlık – Çiftlerden sadece birinin sigara içmesi çocuk olmaması riskini 3 kat artrır.

Menopoz – Sigara içen kadınlarda beklenenden 5-10 yıl daha erken menopoz görülür. Bu da kemiklerin erkenden incelmesine ve de erimesine neden olur.

Erken Yaşlanma- Düzenli bir şekilde sigara içilmesi, deri yapısını bozar, kırışıklıklara yol açar. Bunun yanında dişler sararır ve de kararır, tırnaklar sağlıksızlaşır.

Şeker Hastalığı – Sigara içmek, vücudun insülün salgılama yeteneğini zamanla yok eder. Bu da şeker hastalığına yol açar.

Kalp Hastalıkları – Sigara içenlerin kalp krizine yakalanma riski içmeyenlere göre 4 kat daha fazladır.

Prostat Kanseri – Sigara içmek prostat kanserinin %40’ından sorumludur.

Göğüs Kanseri – Sigara içen kadınlar içmeyenlere göre %75 daha fazla göğüs kanserine yakalanma riski taşır.

Rahim Kanseri – Sigara içen kadınlar içmeyenlere göre 4 kat daha fazla rahim kanserine yakalanma riski taşır.

Boğaz Kanseri – Boğaz kanseri vakalarının %80’ine sigara yol açar.

Mide Kanseri – Sigara içenlerin mide veya bağırsak kanserine yakalanma riski içmeyenlere göre 2 kat daha fazladır.

Karaciğer Kanseri – Karaciğer kanseri vakalarının % 80’i sigara yüzünden olur.

Obezite (şişmanlık) Nedenleri ve Tedavisi

13 Şub 2009

Obezite (şişmanlık) Nedenleri ve Tedavisi

Şişmanlık, vücutta olması gerekenden fazla yağ dokusu birikmesi halidir. Fazla kilolu olmaktan farklı bir kavramdır ve bugün için estetik bir sorun olmaktan çok bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Örneğin sporcu bir kişinin kas ve kemik kitleleri daha fazla olduğu için ideal kilosundan fazla ağırlıkta olsa bile şişman sayılmaması gerekir. Çünkü yağ dokusu fazla değildir. Tam tersine boyuna göre ideal kiloya sahip olan bir kişide kas ve kemik dokusu az vücut yağ kitlesi fazla ise bu kişinin kilosu fazla değil ama yine de şişman sayılabilmektedir.

Bazı ölçüm yöntemleri obezite tanımlamak için kullanılabilir. Bunlardan biri “İdeal Kilo” dur. Boyun gelen yaklaşık 100 kişi bir kişinin ideal bir ağırlık hesaplamak mümkün Örneğin, 70 ile 170 cm boyunda bir kişinin ağırlığı var.

Bel çevresinin erkekte 102 cm, kadında 88 cm’yi geçmesi, ya da bel çevresinin kalça çevresine oranının erkekte 0.9, kadında ise 0.8’den fazla olması yine şişmanlık olarak değerlendirilmektedir. Bu son iki ölçüm aynı zamanda fazla olduğunu anladığımız yağ dokusunun vücudun neresine biriktiğini de anlamamıza yarar. Eğer yağ dokusu karında ve dolayısı ile iç organların çevresinde birikmişse bu durumda o şişman kişide kilo fazlalığına bağlı olarak ortaya çıkma ihtimali olan bazı ek hastalıkların görülme oranı çok daha fazla artar. Örneğin bu kişilerde tansiyon yüksekliği, şeker hastalığı, kalp ve beyin damarlarında tıkanma ve buna bağlı olarak kalp krizi ve felç geçirme ihtimali, şişman olmayan veya şişman olup da yağ dokusu karın dışındaki bölgelerde (örneğin bacak, kol gibi) biriken kişilere göre çok daha fazladır.

Şişmanlık Nedenleri
Şişmanlığın artışına neden olan etkenler arasında yaşlılık, beslenme alışkanlığının hazır yiyecek türüne kayması ve ayaküstü yenilen tost, sandviç, hamburger, piza, patates kızartması gibi yiyeceklerin fazla tüketilmeye başlanması, kadınlarda çok doğum yapma, daha az hareketli bir yaşam, sanayileşmiş bir toplumda yaşama, evlilik, alkol tüketimindeki artış ve en önemli nedenlerden biri olarak genetik sayılabilir. Yaş ilerledikçe metabolizma hızı azalacağından kilo vermek zorlaşmaktadır. Toplum olarak beslenme tarzının özellikleri de şişmanlık için belirleyicidir. Çok yağlı yemek türleri fazlaca tüketiliyorsa, ya da özellikle sanayileşmekte olan ülkelerde daha çok hazır ve ayaküstü hızlı yenilen ancak hamur ve yağdan çok zengin gıdaların tüketimi, yöresel ev yemeklerinin yerini almaya başlamışsa şişmanlık kapıda demektir. Kadınlarda her geçirilen gebelik vücutta fazladan kilo bırakabilir. Özellikle kadın, gebelik sırasında gereğinden fazla kilo aldıysa ya da doğum sonrasında bu fazla kiloları atmak için gayret göstermediyse ve çok sayıda doğum yaptıysa yine şişmanlık adayıdır. Kişinin hayatında oluşan bir değişiklik nedeniyle aktivitesi azaldıysa, örneğin bedensel olarak aktif olduğu bir işten masa başı bir işe geçiş, iş bırakma veya emeklilik, araba kullanmaya başlamak gibi nedenlerle enerji tüketimi azalabilir. Evlilik de şişmanlığın ortaya çıkması için bir etken olabilir. Gerek erkekte gerekse kadında, özellikle de şişmanlığa eğilimi olan kişilerde evlilik öncesinde kilo almamak ve formda kalmak için gösterilen çaba evlilik sonrasında pek kalmadığı için daha kolay kilo alınabilmektedir. Alkol kullanımı da boş enerji olduğu için ve genellikle beraberinde kalorili yiyeceklerin de tüketilmesi nedeniyle şişmanlık için hazırlayıcı bir nedendir. Bunların yanısıra şişmanlığın ortaya çıkmasında en önemli faktörlerden biri de genetiktir. Bazı ailelerde çocuklar da ebeveynler gibi şişmanlığa eğilimlidir.

Bu faktörlerden bir ya da daha fazlasının bir kişide bulunması ile şişmanlık ortaya çıkmaktadır. Ancak şu da unutulmamalıdır ki bir kişi ancak ve ancak harcadığından daha fazla gıda veya kalori alırsa ya da tersinden söylersek aldığı gıda veya kaloriden daha az harcarsa şişmanlar. Ayrıca yapısı nedeniyle şişmanlığa yol açan bazı hastalıkların olduğunu ve bir neden yokken sonradan ortaya çıkan şişmanlık hallerinde öncelikle bir doktora gidip, şişmanlığa bir hastalığın mı neden olduğunu anlamak gerekmektedir.

Ne gibi hastalıklara neden olmaktadır?
Şişmanlık, önlem alınmaması ve uzun süre devam etmesi halinde vücutta birçok sistemi olumsuz etkilemektedir. En çok etkilenen sistemler kalp-damar, hormon, solunum, sindirim, genital ve idrar, kas-iskelet, deri ve psikolojik sistemlerdir. Görüldüğü gibi etkilemediği yer yok gibidir.

Kalp-damar sisteminde damar sertliği, kalp damar hastalıkları ve kalp krizi, kalp yetmezliği, tansiyon yüksekliği, beyin kanamaları ve felç gelişmesine yardımcı olmaktadır. Yine şişman kişilerin kan kolesterol ve trigliserid  denilen yağlarının genellikle yüksek olduğu görülür. Bu da damar sertliğini arttırıcı bir etkiye sahiptir.

Ailesinde şeker hastalığı olanlarda şişmanlık olması, o kişide de ve daha erkenden şeker hastalığı ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Ailede şeker hastalığı olmayanlarda ise yine gizli ya da açık şeker hastalığı ortaya çıkabilmektedir.

Şişman kız çocuklarında erken ergenlik ortaya çıkabilir. Erişkin kadınlarda ise şişmanlık tüylenme, adet düzeninde bozulma oluşabilir. Erişkin erkeklerde de cinsel istekte azalma, iktidarsızlık ve kısırlığa kadar giden bozukluklar yapar.

Şişman gebelerin bebekleri büyük olabilir. Bebekler gerek anne karnında gerekse doğduktan sonra başka sorunlarla da karşılaşabilirler.

Kanser ile şişmanlık arasındaki ilişki hep konuşulmuştur. Kadınlarda rahim ve meme kanseri, erkeklerde ise prostat kanseri, şişman olmayanlara göre daha fazla görülmektedir. Ayrıca prostat büyümesi de şişman erkeklerde daha sıktır.

Solunum sisteminde kapasite azalması ve vücuttan kirli havayı (karbondioksit) atamamak gibi bir sorun yaşanmaktadır. Gerek bu nedenle ve gerekse de kilo almaya bağlı olarak dilde ve diğer boyun dokularında büyüme ve uykuda sırtüstü yatarken dilin arkaya doğru giderek nefes borusunu tıkamasına bağlı olarak kişide gece iyi uyuyamama, gece yerine gündüz uyuklamaları, yaptığı işe konsantre olamama gibi yakınmalar ortaya çıkar. Hem göğüs çevresindeki yağ dokusunun hem de karındaki yağ dokusunun göğüs kafesine doğru baskı yapması ile akciğer yeterince genişleyemez ve yetersiz havalanma ve akciğer sahalarında kolay enfeksiyon gelişmesi olur.

Özellikle karın derisinde gerilmeye bağlı çatlakların yanısıra sivilce ve kolayca gelişebilen iltihabi cilt hastalıkları görülebilir.
Kemik ve eklemlerde kireçlenme, eklem iltihapları, topuk dikeni, bel fıtığı ve gut hastalığı, kilo arttıkça ortaya çıkma ihtimali artan durumlardır.
Şişman kişilerde psikososyal değişiklikler olabilmekte, sosyal yaşamdan izole olmak isteyebilmektedirler. Aşağılık duygusu, alkol alışkanlığında artma, fiziksel aktivitede azalma ve işsizlikte artma görülebilmektedir.

Kilo vermenin ne gibi yararları vardır?
Yapılan çalışmalarda vücut kitle indeksinin 30’un üzerine çıktığı kişilerde beraberinde bulunan hastalık ve ölüm oranlarında artış görülür. Dolayısı ile kilo vererek vücut kitle indeksini bu kritik oranın altına düşürerek bu sayılan zararlar azaltılmış olur. Kilo vermekle kalp-damar sistem hastalıklarının oluşma riski azalır. Kan yağları düşer. İyi huylu kolesterol düzeyleri artar. Kalp krizi geçirme ihtimali azalır. Yüksek olan kan basıncı düşer. Kaybedilen her % 1’lik kilo ile kan basıncı 1 mmHg düşer. Bir çalışmada 11 kg kayıp ile kan basıncında % 20 azalma sağlanmıştır. Ayrıca zayıflama yoluyla kişinin kullandığı tansiyon ilaçlarına ihtiyacı ya azalır ya da tamamen biter.

Şeker hastalarında kan şekeri kontrolü şişman kişilerde zor yapılabilirken, kilo verme ile bu ayar çok daha kolay sağlanabilir ve belki de kullanılan ilaçların dozlarını azaltmak mümkün olabilir.

Şişman kişilerde mevcut olan kanın kolay pıhtılaşması ve dolayısı ile damarı tıkayabilmesi sorunu kilo verme ile azalır ya da ortadan kalkar.
Üreme ve adet düzeni ile ilgili yaşanan sorunlar da kilo verme ile azalacaktır.
Safra kesesi hastalığı ortaya çıkma ihtimali, kilo vererek azaltılabilir. Ayrıca safra kesesi operasyonu geçirecek kişiye cerrahi işlemin daha kolay uygulanmasını sağlar.
Kilo verme ile kas ve iskelet sistemi üzerine binen yükün bir kısmı kalkacağı için kireçlenme, eklem ilthapları ve bel fıtıklarında düzelme veya rahatlama görülebilir.
Karaciğer yağlanması geriler ve mide barsak sistemine ait yakınmalar azalır.
Nefes alıp verme ile ilgili yakınmalar ve uykusuzlukta azalma olduğu, akciğerde sıkça görülen enfeksiyonların azaldığı gözlenir. Aynı akciğer çok daha fazla bir vücut kitlesine hizmet etmeye çalışırken şimdi çok daha az vücut kitlesine rahatça oksijen sağlayabilmektedir.

Kadınlarda özellikle karındaki aşırı şişmanlığa bağlı gülmek veya öksürüp hapşırmakla idrar kaçırma sorunu azalır ya da ortadan kalkar.
Kilo vermekle hem iyi bir iş başarmış olmanın verdiği öz güven nedeniyle hem de görsel olarak daha düzelme olduğundan kişi kendini psikolojik açıdan daha rahat hisseder.

Tedavide diyet
Şişmalık tedavisindeki en önemli basamaktır. Burada bahsedilen diyet, kısa sürede çok az hatta hiç yememekle, ya da bir cins besin maddesine ağırlık verilerek yapılan diyetler değildir. Bu şekilde diyet yapmanın yarardan çok zararı olacak ve sonuç alınması da son derece zorlaşacaktır. Kısa süreli diyet yapan bir kişi istediği 3-5 kiloyu hemen verebilmektedir. Ancak çoğu kilolu kişinin de yaşayarak tecrübe ettiği gibi, diyeti bıraktığı ve normal yeme düzenine geçtiği anda aynı kiloları hatta daha fazlasını geri almaktadır. Tek yönlü gıda maddeleriyle, yani sadece sebze veya sadece makarna, et ile uygulanan diyetler de  vücudun ihtiyacı olan bazı maddeleri kişiye sağlayamaması nedeniyle bir süre sonra bazı gıda maddelerinin eksikliğine bağlı belirtiler ve hatta hastalıklar ortaya çıkabilmektedir. Bu eğer kısa süreli bir tek yönlü diyet olacaksa o zaman da daha önce bahsedilen verilen kilonun aynen geri alınması sözkonusu olacaktır. Öyleyse kilo vermede en ideal diyet hangisidir? Bu soruya cevap vermek kolaydır ancak uygulamak sabır ister. Çünkü ideal bir diyet, içerik olarak herşeyi içinde bulunduran ancak miktar olarak az, kalori olarak düşük düzenlenmiş bir diyettir. Yani kişi herşeyden yiyebilir ancak az miktarda ve günlük olarak belli bir kaloriyi geçmemek şartıyla. Canı çok istediyse kişi hamurlu bir tatlı da yiyebilir. Ancak buna karşılık gelecek diğer gıda maddelerinden o gün için yememesi gerekmektedir. Hasta, doktoru ve diyetisyeni ile oturup bir hedef kilo tesbit eder. Bu kiloya ne kadar zamanda ulaşacağını kararlaştırır. Bu hedef kilo başlangıçta hiçbir zaman ideal kilo değildir. Genellikle başlangıç kilosunun % 5-10’u civarında olur. Bu hedefe ulaşmak için hastanın uygulayabileceği bir diyetin kalori miktarı saptanır. Fazla miktarda yemek yediğini belirten birinin bir günde tükettiği gıdaların toplam kalorisi hesaplanır ve 600-800 kalori çıkarılarak kişinin alması gereken günlük kalori hesaplanır. Ancak günlük kalori çok özel durumlarda ve hastanede yatarak yapılan diyetler hariç 1000 kalorinin altına düşmemelidir. Kilosuna ve yaşına göre zaten az miktarda yemek yiyen ancak aralarda abur cubur atıştıranlar için kalori miktarını pek de değiştirmeye gerek olmayabilir. Bu kişilerde abur cuburu kesmenin ve aktivitesini arttırmanın yollarını araştırmak gerekir. Eğer alınan miktar zaten az ve aralarda atıştırma da olmuyorsa o zaman enerji harcamayla ilgili bir problem var demektir. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi kilo vermek ancak alınan gıdadan daha fazlasını yakmakla, ya da yakılan enerjiden daha azını almakla mümkündür. Kişi bu programa başlarken bunun ara hedeflerle adım adım ilerleyeceğini ve ortalama 1,5 yıl gibi uzun bir zaman süreceğini bilmelidir. Ancak böylece uygulanan diyet, kişide bir yeme tarzı haline gelir ve doktor ve diyetisyenle olan takibi bittiğinde hala bu yeme tarzına devam edip, verdiği kiloları geri almayabilir. Aksi takdirde belli bir süre için uygulanan diyetten sonra bu şekildeki yemek yeme, bir alışkanlık haline gelmediyse kiloları geri almak kaçınılmazdır. İlk hedeflenen kiloya beklenen süre içinde ulaşıldıktan sonra oturup yeni hedef ve yeni süre saptanır ve bu iş, kişi ideal kilosuna ya da kabul edilebilir kiloya gelene kadar devam ettirilir.

kaynak : http://saglik.tr.net/beslenme_sagligi_sismanlik2.shtml

Hipertansiyon ve Böbrek Hastalığı

13 Şub 2009

Yüksek kan basıncı toplumda önemli bir sağlık sorunudur. Bireyler ve toplum için önemli sorunlar hasar nedeniyle vücudun oluşturulur. Günümüzde kalp hastalığı en önemli risk faktörleri arasında yer alıyor. Ayrıca, gelir nedenlerinin başında kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği ve beyin kanaması. Bu durumda hastalarda, yüksek tansiyon çok önem verilmedi rağmen. Bir sinsi hastalığı ve hipertansiyon sıklıkla vücutta belirtileri hasar olmadan oluşabilir olduğunu. Tedavisi tüm hayat boyunca devam edecek ve yakın takip gerektirir.

Kan basıncı, dağıtılması ve kan damarlarında dolaşan ve toplanmasını sağlayan birçok faktöre oluşturmak için bir mekanizma bir rol oynuyor. Kan basıncı, kan bu temelde güç (kalp) ve bu bir direniş gücü oluşturur karşılaştı ~ ı. Kalbin bir atım hacmi sistolik () kan basıncı üst ise, direniş diyastolik (küçük) gerginlik hakkında getirecektir.

Açıklamasında hipertansiyon ve derecesi ve imha bazı testler yapmak gerekir. Hemen hemen her laboratuar ve klinikte yapılabilir Bu testler. Kısacası, burada hipertarısiyonlu hasta belirtilmezse, sedimarıtasyon kan sayımı, idrar, EKG, akciğer Grafisk, açlık kan şekeri, üre, creatinine, kollesterol, trigliserit, HDL, LDL, ürik asit, potasyum, kalsiyum, ve uygulama testleri gibi ultrason, planı bu izleme göre gereklidir.

BÖBREK VE KAN BASINCI

Yüksek tansiyon böbrek hastalığı başlangıcı neden olur. Bu hastalıkları, böbrek veya nefrit, kistler ilgilenen, tümörler, taş vb. olarak, damar bir daralma, ya da böbrek hastalığı ile ilgili olabilir, daha sonra kumaş olarak. Bir idrar tahlili, üre ve creatinine belirlenmesi veya ultrason ile böbrekler bu hastalığın önemli bir parçası olan hastalarda Onun yüksek tansiyon tanısı olabilir.

Hipertansiyonun en önemli hedef organ olan böbrek vardır. Da özel ve eğer tedavi olmayan temel hipertansiyon hastalarda denir sebebi,% 15 böbrek henüz ölümdür. Kronik böbrek diyaliz hastalarının daha da tansiyon almaz kontrolü altında uygulanması değildir; hastalığı daha hızlı bir ilerleme olacaktır.

Olarak, koroner kalp hastalığı olan hastalarda böbrekler normal olasılık göre bilinen yüksek. Bu daha da artar kontrolsüz hipertansiyon olma olasılığı. Bu çalışmalar azalmıştır kalp ve böbrek komplikasyonları olan hastalarda, yüksek kan basıncı kontrolü.

TEDAVİ

Böbrek hastalarında hedef kan basıncı 140/90 mmHg’nın daha düşüktür. Eğer hipertansiyon ile böbrek hastalığı varsa fazla sıvı ve tuz kısıtlaması için en önemli nedeni hasta ve tedavi idrar çoğaltıcı ilaçlar vererek, belirli bir miktarda vardır. Bazı hastalar için bir hormon hipertansiyon ve kan ve reçine gibi rıeden Mayıs denilir. Bu hastaların tedavi ve ilaç için reçine miktarı azaltmak için kullanılabilir dayanıklıdır.

Tüm tıbbi tedavi ve tuz kısıtlaması, yüksek tansiyon ve böbrek bozuklukları kontrol etmek, ama eğer çabuk hareket, tedavi hemodialize olabilir hastalığın gelişimini yavaş yardım etmek için nadir olur.

Kronik böbrek hastalığında hipertansiyon ve kan yağ anormallikleri bağlı kalp hastalığı, damar sertliği en önemli neden. Eğer sigara daha bu riski artar. Bu hastalarda ayrıca, normal teslim edilmesini sigara ve kan yağ çıkmak gerekir.

Ve böbrek diyaliz hasta istihdam su uygulanması yüksek tansiyon ve fazlası için en önemli neden. Bu hastalara gereken çok dikkatli sıvı alımı olabilir. Eğer düzgün bir şekilde uygulanması ve diyaliz hastalarında su dikkat kısıtlamak için, hipertansiyon önemli bir problem.

Böbrek Taşları Hakkında Bilgi

12 Şub 2009

Böbrek Taşları

Üriner sistem, böbrekler, ureterler, mesane ve uretradan oluşmuştur. Böbrekler, fasulye şeklinde organlar olup, kaburgaların hemen altında ve belkemiğinin her iki yanında yeralır. Bu organların asıl görevi, vücuttaki fazla suyu ve artık maddeleri idrar şeklinde dışarı atmaktır. Bu işlevi sonucunda, kandaki bazı dengeleri sabit şekilde tutmayı sağlarlar.

Böbrekle mesane arasında yeralan ve idrarı mesaneye taşıyan tüp şeklindeki organlara da “üreter” denir. Yaklaşık 22-25 cm uzunluğundadır. Mesane ise karnın alt kısmında yeralır ve idrarın depolanmasına yarar. Tıpkı bir balon gibi elastikliği sayesinde genişleyerek bu işlevini yerine getirir. Burada depolanan idrar, “uretra yolu” ile vücut dışına atılır.

Esas olarak böbrek taşı, idrar içinde çöken kristallerin böbrek iç yüzeyine tutunmasından ve birikmesinden oluşur. Normalde idrar içinde bu kristalleşmeyi ve çökmeyi engelleyen ve “inhibitör” denilen maddeler vardır. Bu inhibitörler, her insanda yeterli miktarda olmayabilir ve bu da taş oluşumuna yolaçar.

Diğer bir neden ise idrarın asidik veya bazik oluşudur. Eğer oluşan bu kristaller ve kumlar, yeteri kadar küçükse, idrar yollarına takılmadan ve de herhangi bir probleme yolaçmadan düşerler.

Böbrek taşları, kimyasal yapıları bakımından birçok maddenin kombinasyonundan oluşmuştur. En çok görülen taş tipi, kalsiyum içeren ve fosfat veya oksalat kombinasyonlu taşlardır. Bu maddeler, bir insanın normal günlük gıdalarında mutlaka bulunurlar. Ayrıca kemik ve kas yapılarının önemli yapıtaşlarıdırlar.

“Ürolithiasis” tibbi bir terim olup, üriner sistemin herhangi bir yerinde taş olduğunu ifade etmek için kullanılır. Diğer terimler olan idrar yolları taşı ve “nefrolithiasis” aynı amaç için kullanılır. Doktorlar bu terimleri, genellikle taşın yerini tanımlamak için kullanırlar.

Böbrek taşları ile safra kesesi taşlarının bir bağlantısı ve ilgisi yoktur. Bunlar vücudun farklı sistemlerinde oluşmuş taşlardır. Net olarak bilinmeyen bazı sebeplerden dolayı Amerika Birleşik Devletleri’nde ve diğer gelişmiş ülkelerde, son 20 yıldır taş hastaları sayısında artış vardır.

Beyaz ırkta taş sıklığı, siyah ırka oranla daha fazladır. Erkeklerde taş sıklığının fazla olmasına rağmen son 10 yıldır kadınlarda da taş oluşma hızında artış vardır ve taş oluşma oranları değişmektedir.

Böbrek taşları
genellikle 20 ile 40 yaş arasında gelişir. Bir kimsede bir kere taş gelişirse, bu şahısta bundan sonra yeni taş oluşma oranı, diğer kimselere göre daha fazladır.

Doktorlar, oluşan taşların sebebini bazen tam olarak bilemezler. Bazı gıdaların taş oluşumundan sorumlu olduğu düşünülse de bu spesifik maddelerin taş oluşumunda kesin etkili olduğu şüphelidir. Ailesinde taş olan birisinin, kendisinde de taş oluşması olasılığ,ı genetik faktörlere bağlı olarak fazladır.

İdrar yolları infeksiyonları, kistik böbrek hastalığı gibi bazı böbrek hastalıkları, paratiroid bezinin fazla çalışması (hiperparatiroidizm) gibi durumlarda, böbrek taşı oluşması kolaylaşır. Genellikle böbrek taşının ilk belirtisi şiddetli ağrıdır. Ağrı, taş, idrar yolunu tahriş edince veya çoğunlukla tıkayınca gelişir ve aniden başlar.

Hastalar, tipik olarak taşın olduğu tarafta sırtta veya karnın alt kısmında keskin, kramp tarzında gelip giden ağrılar duyarlar. Bazen bu yakınmalara bulantı ve kusma eşlik eder. Daha sonra ağrı, kasık bölgesine doğru yayılır. Eğer taş düşemeyecek kadar büyükse, idrar yolunun herhangi bir kesiminde takılır ve yerine göre farklı yakınmalara sebep olurlar.

Mesaneye çok yaklaşmış taşlarda, hastalar, sık idrara çıkma, idrarda yanma hissi duyarlar. Bu daha çok irritasyona bağlı olduğu için bekledikleri kadar idrar yapamazlar. İdrar yaparken çok fazla ağrı ve yanma hissederler. Yine taşların idrar yollarını irrite etmesi sonucu idrarda kanama görülür. Ancak bu hiçbir zaman önemli bir kanama olamaz. Bu belirtilerle birlikte ateş de varsa, bu da infeksiyon belirtisidir. Bu durumda acilen doktorla irtibat kurmak gerekir. Bazen, “sessiz” denilen, yakınmaya sebep olmayan taşlar, genel sağlık kontrolleri sırasında tesadüfen saptanır.

Bu yakınmalar ile başvuran hastanın, röntgen ve/veya ultrasonografik incelemeleri sonucu, böbrek taşı saptanır. Bu tanı metodları ile taşın yeri ve büyüklüğü saptanır. Kan ve idrar testleri de hem taşın yapısı hem de gelişmiş olan böbrek fonksiyon bozukluklarının tesbitine yarar.

IVP (intravenöz pyelografi) denilen tetkikle de böbrek fonksiyonları belirlenir ve tedavi planı yapılır. Yaşamı boyunca bir kereden fazla taşı oluşan hastaları, diğerlerinden ayrı tutmak ve ayrı değerlendirmek gerekir.

Taş oluşumunu engelleme, çok önemlidir. Oluşumu engellemek için önce sebepler belirlenmelidir. Ürolog, bazı kan ve idrar testlerinden oluşan bir dizi laboratuvar tetkiki ister. Hastaların tıbbi özgeçmişleri, beslenme alışkanlıkları saptanır. Eğer taş ele geçmişse, saklanır ve kimyasal analizi yapılır.

Taş tedavi edildikten sonra, hastanın 24 saat idrar toplaması istenir. Bu idrarın miktarı, içerdiği kalsiyum, sodyum, ürikasit, oksalat, sitrat ve kreatinin miktarı, asitlik derecesi ölçülür. Magnezyum sistin taşından şüphe duyuyorsa idrar örneğinden özel bir yöntemle varlığı araştırılmalıdır.

İdrarda kalsiyum atılımının fazlalığı, aynı zamanda açlık ve yükleme testleriyle hasta hastaneye yatırıldıktan sonra da tespit edilebilir. Bunlar ayrı sekillerde yorumlanır. Ürolog, tüm bu verileri kullanarak, taşın sebebini saptamaya çalışır.

Taş oluşumunu engellemek için yapılması en kolay şey, bol miktarda su içmek ve bunu alışkanlık haline getirmektir. Devamlı taş üreten hastalar, günde en az iki litre idrar çıkartacak kadar su içmelidirler. İdrarlarında fazla miktarda kalsiyum ve oksalat atılan hastalarda, bu maddeleri içeren gıdaları daha az tüketmelidirler. Bazı kimseler fazla miktarda kalsiyumlu gıdalar almamalarına rağmen idrarlarında kalsiyum miktarı fazla çıkar. Yine kalsiyum içeren antiasitlerden (mide asidini azaltan) ve aşırı D vitamini alınmamalıdır.

Ürologlar, kalsiyum ve ürik asit taşlarının oluşumunu engellemek için ilaç verebilirler. Bu ilaçlar, taş oluşumunda anahtar rol oynayan idrar asitliğini ve alkaliğini ayarlarlar. Allopurinol adı verilen ilaç da sık kullanılır ve idrarda kalsiyum miktarını ve ürikasit miktarını azaltır. Bir diğer tedavi yolu, kalsiyum taşlarını önlemek için idrarda atılan kalsiyum miktarını kontrol altında tutmaktır. Bunun için de içeriğinde hidroklorotiazid bulunan idrar söktürücü ilaçlar kullanılır. Bu ilaç, böbreklerden idrara geçen kalsiyum miktarını önemli oranda azaltır.

Bazı bağırsak hastalıklarında görülen ve aşırı kalsiyum emilimine bağlı olan, idrarda fazla kalsiyum atılmasını engellemek için ise bağırsaktan emilimi azaltan sodyum selüloz fosfat kullanılır. Bu ilaç, kalsiyumu bağırsakta tutarak, kana geçmesini ve idrarla atılmasını önler.

Yine deneysel olarak, oksalat idrarda itrahının fazla miktarda saptandığı durumlarda B6 vitaminin kullanılması faydalı olacağı bildirilmiştir.

Eğer taş, tam olarak ortadan kaldırılamazsa hasta, acetohidroamikasit (AHA) adındaki ilacı kullanabilir. İlaç, uzun süre antibiotik tedavisi ile birlikte kullanılabilir.

Extracorporeal shockwave lithotripsy (ESWL), üriner sistem taşlarının tedavisinde en sık ve güvenle kullanılan tedavi yöntemidir. ESWL cihazları, vucut dışında oluşturulan ve vucuda gönderilen şok dalgalarının taşa çarparak onu kırması esasına dayanarak çalışırlar. Burada taşlar, kum taneleri gibi parçalanırlar ve idrarla kolaylıkla atılabilecek hale gelirler.

Çok çeşitli ESWL cihazları vardır. Bir kısmında, bir su banyosu vardır ve şok dalgaları, bu banyo aracılığı ile vücuda gönderilir. Diğer bir kısmında, su banyosu bir zarla örtülü olup hasta bu zarla temas eder.

Bir çok cihaz, taşı röntgen ışınları ile tesbit eder. Ancak bazı cihazlarda, odaklama denilen bu özellik, ultrasonografi ile yapılır ve bir radyasyon riski olmadığı için doktor, tüm seans boyunca görüntüleme sistemini çalıştırarak tedaviyi devamlı olarak izler. Radyolojik odaklı cihazlarda bu kullanılmaz. Ayrıca küçük odaklı (küçük bir noktaya şok gönderen) cihazlarda anestezi gerekmez ve küçük çocukların taşları rahatlıkla kırılır.

Birçok vakada ESWL, ayakta bir işlem olarak uygulanır ve hastanede yatmaya gerek yoktur. Tedavi sonrası toparlanma dönemi çok kısadır ve birçok hasta tedavi sırasında veya kısa bir süre sonra normal günlük aktivitelerine döner.

ESWL tedavisinin kesinlikle kullanılmaması gereken iki durum, kanama hastalıkları ve gebeliktir. ESWL tedavisinin de kendine göre komplikasyonları olabilir. Aşağı yukarı tüm hastaların tedavi seansları sonrasında birkaç gün idrarları kanlı olur. İdrarlarında ve böbrek bölgelerinde, kum dökmeye bağlı yanma ve ağrı olabilir.

Komplikasyonları azaltmak için hastaların tedaviden uzun süre öncesinden başlayarak Aspirin ve kan pıhtılaşmasını önleyici ilaçlar almaması gerekir. Bazen, dökülen kum parçaları, idrar yolunda sıkışır ve düşmez. İdrar akımına engel olan ve ağrıya neden olan bu nadir durumda, bazen ürolog, idrar yolunu rahatlatmak için ince silikon bir tüpü idrar yoluna (mesaneden böbreğe) yerleştirir.

Bazen taşların çıkartılabilmesi için Perkutan Nefrolitotomi denilen cerrahi yönteme gerek duyulur. Bu yöntem, taşların büyük olduğu böbreğin, özellikle alt kısmında yerleşmiş büyük taşlarda; taşla birlikte böbrek çıkışında daralma meydana gelmesi durumunda (dışardan damar basıncı hariç) veya ESWL’nin etkili olamayacağı durumlarda tercih edilir.